top of page

Neden Seramik Yapıyorum?




Herkesin bir seramiğe başlama hikayesi vardır. Elbette benim de var. Uzun uzun her yerde anlattığım komik bir hikaye hatta. Burada anlatacağım ise başka: tüm o komik olay serilerinin dışında kalan hakikat.


Ben hayatımın çoğunu "her şeyi yanlış anlayarak" geçirdim. Bunlardan hayatıma en büyük damgayı vuran da bir kursun sınavında oldu. İlkokul üçüncü sınıfta saçma bir deneme sınavı için sınıftan iki kişi seçildik. Sınavda biraz zorlandığım için de kendimin ortalamanın altında bir zeka seviyesine sahip olduğumdan nasılsa emin oldum. Ders çalışmayı falan her şeyi bıraktım ve eğitim hayatımın geri kalanını da yaratıcı bir biçimde kopya çekmeye adadım.


Aynı yıl, babam bana bir şiir defteri hediye etti. Sarı kumaş kaplı bir defterdi. Sayfaları mavi ve sayfaların üzerinde de beyaz bulutlar vardı. Ona şiir yazmaya başladım. Şiirlerin çoğunluğu okul kitaplarındaki gibiydi. Pastoral ve milli temalar ile basit kafiyeler ve kilişe kelimelerden oluşan şiirler. Tam olarak ne yazdığımı hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım durmadan yazdığımdı. O defter bitti; başka defterler girdi hayatıma. Yıllar içinde defterler arttı: dağlarda yazdığım defterler, yollarda yazdığım defterler, aklıma gelince yazdığım defterler... Kafamın içinde sürekli hikayeler, masallar, türlü türlü anlatacaklarım vardı. Gönülden bir istekle lisede edebiyat bölümüne giren az sayıda öğrenciden biriydim. Üniversitede de Amerikan Edebiyatı bölümünü seçtim. Bölüm hiç beklediğim gibi çıkmadı. Amerikaya gelene kadar tüm Avrupa edebiyatını yalayıp yutmamız gerekiyordu. Bir de üstüne pek ilgilenmediğim Amerika ve Avrupa tarihi, Amerika coğrafyası gibi dersler de vardı. Ben bunlarla cebelleşe dururken bir de lise döneminde bıraktığımı sandığım 'siz edebiyatçısınız, aptalsınız' muhabbetine maruz kaldım. Bununla karşılaştığıma içerledim; ama şaşırmadım; çünkü bu benim biliçaltıma o deneme sınavından sonra itina ile kazıdığım 'ben aptalım' koduydu. Düşünce yapımı değiştirmek yerine, her zamanki gibi bunu bana hatırlatanla dalaşmaya başladım. İşin kilit yanı ise bunu bana yansıtanın ilk erkek arkadaşım olmasıydı.


Bir yandan bana hatırlattıklarına içerleyip diğer yandan kısa öyüler, şiirler yazarken, ilk aşkımın saçma aşağılamaları canıma tak etti ve kendisinden ayrıldım. Ağlamalar, mektuplar, binbir türlü dram ortalıkta uçtu. Bu süreçte bir konuşmada bana bir şey söyledi: "Seni görüyorum: Dağ manzaralı bir evde, balkonda bir masa. Sen oturmuşsun. Yanında kahven, önünde daktilon yazıyorsun"


O an içimden geçen tam olarak şu idi: "Sırf sana inat Yazmıyorum! Sırf sana inat Böyle Bir Şey Olmayacak!" Çok yıllar sonra aynen öyle bir eve taşındım ve aynen söylediği gibi bir balkonu vardı. İnce uzun bir balkon ve karşısında Babadağ... ve ben sırf o söyledi diye Yazmadım! Aslında ben, özüm kabul görmediği, taşlandığı için Yazmadım! Aslında eğer yazarsam yine 'aptal edebiyatçı' yerine konacağım korkusundan Yazmadım! Aksine, o evde geçmişi silmek adına yıllarca yazdığım, çizdiğim tüm defterlerimi yaktım.


Anlatmamak, yazmamak için o günden sonra çok çaba gösterdim. Gerçekten çok çaba gösterdim. Fakat kaçtığına yakalanırsın ya: hep de yakalandım. Tiyatro yönetmeliği döneminde oyun yazmak zorunda kaldım; reklam yapılması gerekiyor, metin yazmak zorunda kaldım vs vs. Bundan tam 12 yıl önce seramik girdi hayatıma. Bir anda büyük bir ivme kaydettim nasıl olduysa. Sonra bir tesadüf sonucu öğrendim ki babam tarafından akrabalarımın bir kesimi İznik'te asırlardır çini yapmaktalarmış. Ve farkettim ki onlar gibi ben de sürgün edildiğim yerde, kendi işimi yapadığım için toprağa adamışım kendimi. Hadi onların gerçek engelleri, can korkuları vardı. Ya benim? Benim ise kendim olarak kabul görmediğime dair inancım vardı sadece elimde. İşte benim seramik yapmamdaki hakikat bu. Sadece toprak ile kendim olarak kabul görüyorum. Sadece toprak olduğunda kendim olabiliyorum.


Gelin görün ki seramik dolayısıyla yine yazmak durumunda kaldım. Sosyal medyada metin yazmakla başladı. Toprak öğretiyor; ben yazıyordum. İşin ilginç tarafı da şu: anlattıklarım ilk defa okunuyor ve dinleniyordu.


Hayatta herkes için tek bir aşk vardır: yazmazsam; eğer anlatmazsam ben, bu aşkın bana gösterdiği tüm lütuflara kafamı çevirmiş olurum. Varsın insan evladı kabul etmesin beni ben olarak. Buraya kadar onları takip ettim de yine döndüm dolaştım kendime geri geldim. O aşk bir araç bulup söyletiyor insana anlatması gerekeni. Bize araç toprak olmuş; ne de güzel olmuş.


32 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page